Kıyamet sonrası teması hem edebiyatta hem de sinemada önemli bir türdür. Çünkü hayal gücünüzün el verdiği her konuda size malzeme sunar. Dilerseniz dünyada zaman yolculuğu yapar(The Time Machine) eğer bununla yetinmezseniz, dünyayı bir yolculuğa sokarsınız(The Wandering Earth). Snowpiercer ise bizi dünyada raylar üzerinde sonsuz bir yolculuğa çıkarıyor.
Bong Joon Ho, son dönemde adını Parazit filmi ile tüm dünyaya duyurmuş olsa da hem Snowpiercer hem de Okja filmleriyle izleyicilerin dikkatini çeken bir senarist ve yönetmen. ABD, Güney Kore ve Fransa ortak yapımı Snowpiercer, Fransa’da 1982 yılında yayımlanmış Le Transperceneige çizgi romanından uyarlanmış.
Filmin oyuncu kadrosu ise tanıdık yüzlerden oluşuyor. Chris Evans, John Hurt, Tilda Swinton, Jamie Bell, Kang-ho Song ve Ed Harris birer oyunculuk şöleni sunuyorlar.
Snowpiercer Filmi Konusu
İnsanların küresel ısınmaya çözüm olarak buldukları CW7 isimli maddeyi 2014 yılında dünya atmosferine salmasıyla, istedikleri gibi soğuma sağlanır. Ancak yine insanoğlunun doğaya müdahalesi bu soğumanın istenenden fazla olmasına neden olarak tüm dünyayı buzul çağına sokar. Wilford isimli bir sanayici böyle bir geleceği tahmin ederek Snowpiercer isimli lokomotifi inşa eder. Film bize bu olayların yaşanmasından 17 yıl sonrasını izletmeye başlar. Bu tren hiç durmamalı ve insanları sonsuzluğa taşımalı. En azından Wilford bunu isterdi!
Dikkat! Bu noktadan sonra film ile ilgili detaylar gelecektir. Filmi izlemediyseniz buradan sonrası sizin için sürpriz bozan içerebilir.
Sınıf Çatışması
İnsanın olduğu yerde sınıf çatışması kaçınılmaz bir durumdur. Gelir farklılıkları, sahip olunan statüler hatta doğduğunuzda size tanımlanan milliyetiniz ve dininiz yaşamınız boyunca etki eder. Dünya bize bunu hem gerçek hayatta yaşatıyor hem de kapitalist sistemin en büyük propaganda aracı olan sinema ile sürekli anlatıyor.
Snowpiercer, filmdeki tanımlama ile “kutsal lokomotif” üç kıtada sürekli olarak daire çizen bir tren. Adeta küçük bir dünya. Çünkü dünyanın donması ile birlikte sadece bu trendekiler insanoğlunun mirasını geleceğe taşıma ayrıcalığına sahip oldular. Tabi ki bu ayrıcalık için yüksek para ödeyenler öndeki vagonlarda yaşamaya hak kazandılar. Kendi odalarında yaşayıp, kaliteli yiyecekler yerken müziklerini dinliyorlar. Ekonomi sınıfı yolcuların var olduğunu duysak da onlara dair gördüğümüz yegane şey akış sırasında kuşetli vagonların onlara ait olduğu. Gelelim bizim ana kitlemize. Kuyruktakiler!
Kuyruktaki insanlar, trenin kaçak yolcuları. Trene son anda binen ve hiçbir ücret ödemeden yaşamaya hak kazanan insanlar! Günümüzde en azından teknoloji için şöyle bir deyiş vardır. Ücretsiz ürünler asla bedava değildir. O ürünlerin ücreti sizsinizdir! İşte kuyrukta yaşayan bu insanlar da zamanla ücretlerini bedenleri ve hizmetleri ile ödediklerini farkederler.
Film boyunca onların köle olarak kullanıldıkları veya sömürüldüklerini görmeyiz. Aslında sadece oradadırlar. Üretmezler, katkı vermezler. Ama sorun da buradadır. Katkı sağlamadıkları gibi orada olmadıkları da varsayıldığı için başlarda hiçbir şekilde yemek bulamazlar. Curtis(Chris Evans) bu dönemleri anlatırken anlarız ki yamyamlık hayatta kalmalarını sağlamıştır. Şu söz ile vurur bizi; “İnsanların tadının neye benzediğini biliyorum. Bebeklerin tadının ise en iyisi olduğunu biliyorum.” 17 yıldır yollarda olan trende, kuyruktakiler; ezilen insanlar olarak asla ön vagonlara gidemeyen vatandaşlardır. Eğer işe yararlarsa bu durum değişebilir!
Ayaklar Baş Olabilir mi? Devrim Snowpiercer’ı Ele Geçirebilir mi?
“Lokomotifi kontrol edersek tüm dünyayı kontrol ederiz. Geçmişteki tüm devrimler lokomotifi ele geçiremedikleri için başarısız oldu. Lokomotifi ele geçirip onları öldüreceğiz.”
İşe yararsanız ön tarafta yerinizi alabilirsiniz demiştik. Bunun için mekanik bilmeniz, enstrüman çalabilmeniz ya da küçük bir çocuk olmanız fazlasıyla yeterli olabilir.
Çocuklar günümüzde dahi işçi olarak kullanılıyor ve çalıştıkları yerlere göre ağır şartlar altında iş yapıyorlar. Eğer bir tiran altındaysanız ve aç bir toplumsanız ellerine silah verip savaştırırsınız ya da elmas madenlerinde çalıştırırsınız. Kısacası çocuklar her dönemde kullanılmış birer kaynaktır. Burada ise bu küçük dünyanın çarkları için çocuk paha biçilemez bir kaynaktır. İşte kuyrukta yaşayan insanlar da bu durumda ‘damızlık kızın öyküsü”ndeki kadınlar gibidir. 17 yıldır dönen bu mekanik dünya bir çok isyana sahne olmuş. Biz öncekileri sadece anlatıldığında duysak da asıl devrimi iliklerimize kadar hissettirecek kişiler Curtis ve arkadaşlarıdır. Ve devrimin ateşi çocukların götürülmesi ile ateşlenecektir. Mermisi ise ayakkabıdır!
Görseldeki sarılı kadın film boyunca bir gizem olan Wilford’ın suretidir. Dokunulmazlığı vardır ve çocuklara ne olduğunu onun ve Wilford’ın dışında kimse bilmez. Çocuğunun alınmasına karşı fırlatılan bir ayakkabı ile yaralanan bir iktidarın simgesidir.
Filmin uyarlandığı Le Transperceneige çizgi romanı 1982 tarihli olduğu için bağlamak zorlama olacak olabilir ancak ben bu sahneyi izlediğimde 2008 yılında Iraklı gazeteci Muntazar el-Zeydi’nin Bush’a fırlattığı ayakkabıyı anımsadım.
Filmin ideolojisini ortaya koyan kişi Bakan Mason, elinde tuttuğu ayakkabı ile şöyle söyler; “Bu bir ayakkabı değil. Bu bir kaostur. Kutsal lokomotifte düzen ve denge her şeydir. Ayakkabılar başa takılır mı? Hayır, takılmaz! Şapka başa, ayakkabı ayağa takılır. Şapka değil ayakkabı olun.”
Devrim!
Daha önceki yazılarımı okuduysanız ‘kahramanın yolculuğu’ size yabancı gelmeyecektir. Bizim kahramanımız Curtis ise yolculuğa çıkmaya hazırdır. Bir kaç kez “Şimdi! Şimdi!” isteklerini püskürtsede, çocukların alıkonması, kendi halkından birine eziyet edilmesi gibi olaylar zemin hazırlasa da farkettiği bir durum harekete geçmesini sağlamıştır. Bu tarihe kadar gerçekleşen isyanlar sonucu iktidarın kuvvet aracı olan askerlerini mühimmatsız bırakmıştır. Bir liderden beklenen cesur bir hareketle devrim başlamıştır!
Buradan sonra ise tarihte okuduğumuz, beyaz perdede izlediğimiz her devrimin kaçınılmaz sonucu olarak bolca kan, şiddet ve gözyaşı bizi içerisine alıp onlarla vagon vagon ilerletecektir.
Çıktıkları bu yolda yedikleri protein çubuğunun hammaddesinin böcekler olduğunu görecekler, yıldönümleri olan Yekaterina Köprüsü’nü hoş bir seda(!) ile izleyeceklerdir.
Bir Dünya Mozaiki Olarak Snowpiercer
İster direnen tarafta olan insanlar isterse iktidara hizmet eden insanlardan olsunlar gördüğümüz tablo içerisinde yer alanlar dünyayı temsil etmektedir. İnsanlığın bütün çeşitliliği trenin popülasyonunda yer almaktadır. Sadece insanlar ile değil olanaklar ve ekosistemi ile de tren bir dünya nimetleri toplamıdır. Bir vagon sadece tarım için ayrılmıştır. Bir vagon birebir deniz canlıları ekosisteminin taşıyıcısıdır.
İnsani ihtiyaçlar açısından bir vagon çocukların eğitim gördüğü okula ayrılmıştır. Devamında havuz, kuaför, restoran, gece kulübü devrimci ekibimizle beraber keşfettiğimiz yeni coğrafyaları temsil etmektedir. Balta girmemiş bu vagonlardan ki bu zamana dek hiçbir devrim buraya kadar gelememiştir şimdi hem baltaları hem silahları hem de hep söylentilerini duydukları kuyruktaki insanları gören seçkin konukların bakışları altında geçilir.
Bu vagonlardan en önemlisi okuldur. Okullar ideolojiyi yaymak için çok önemli bir araçtır. İnsanlık tarihinde çocukların beynini propaganda ile doldurmakta okullar büyük rol oynar. Snowpiercer’da da okul çok önemlidir. Kutsal Lokomotif ve Wilford adına şarkılar söylenip, trenden inmenin sonuçları camdan izlenir. Yeni yıl kutlamasında ise Bay Wilford’un yüce sesi ile şenlik gibi bir kutlama yapılır. O her şeyi gören ve her şeyin yaratıcısıdır. Bu evrenin tanrısıdır.
Kontrolsüz Güç, Güç Değildir!
Devrim ilerledikçe gücü azalıyor ve kayıplar veriyor. Öncelikle yaşlı bilge ve gizli lider Gilliam karakterinin kaybı onun arkasına saklanarak lider olmayı haketmediğini söyleyen Curtis’i özgürleştiriyor. Durdurulamadan bir şekilde lokomotife varıyor. Burada bütün film boyunca kendini saklayan Yüce Bay Wilford’ı görüyoruz. Tabi ki rahat tavırlarıyla kuvvetin onda olduğunu gösteren bir karizmayla Curtis üzerinde baskısını kuruyor. Ancak anlattıkları ile Curtis’in yıkılmasına neden oluyor.
Gilliam, kesinlikle Wilford’ı konuşturmamasını telkin etmişti. Ama bunu başaramayan Curtis ve bizler, 18. yılına giren bu yolculuğun film içerisinde bizlere sürekli işlediği denge ve düzenin çerçevesinde devrimlerin gerçekleştiğini duyuyoruz. Aslında bu devrimlerin birer ‘nüfus planlaması’ olduğunu böylelikle öğreniyoruz. Aynı zamanda Tanrı Wilford’ın zamanının azalması ve yerine geçecek birine ihtiyacı olması nedeniyle Curtis’in oraya başarıyla vardığını anlıyoruz.
Daha önce Jack London’ın Demir Ökçe kitabını incelemiştim. Orada Ernest Everhard, devrimin lideri şunu dile getirmişti. Genç solcu liderler teklif edilenler ile hareketi terketmiş ve karşı oldukları hayatı benimsemişlerdi. Snowpiercer’da da Gilliam’ın aslında Bay Wilford ile beraber hareket ettiğini öğreniyoruz. Baştaki ve sondaki liderlerin insanlığın devamı için sürdürülmesi gereken dengeyi ‘rayında tutmaya’ çalıştıkları gerçeği Curtis’i ve izleyiciyi vuruyor. Kontrollü başlatılan bu devrim kontrolünü kaybedince de ortaya bolca ölüm çıkıyor.
Curtis makinistlik görevini ve bunu yapma zorunluluğunu anlayıp görevi üstlenecekken bir keşif gerçekleşiyor. Kuyruktan alınan çocukların ne için alındığı gün yüzüne çıkıyor. Süreklilik için gereken parçalar sürekli olamadığından ötürü o parçalar küçük çocuklar ile değiştirilince trenin yolculuğu izleyicinin devamını tamamlaması koşulu ile bomba bir şekilde son buluyor.
Yolculuk sırasında bize kapıları açan Nam ve kızı Yona, Curtis’le beraber lokomotife varan kişilerdi. Ancak kronol isimli yanıcı bir uyuşturucuya bağımlılardı. Bu durum Yona’ya doğaüstü bir güç bahşetmiş gözüküyor. Kapı arkasındakileri daha kapıları açmadan tahmin eden ve çocukları bulan Yona insanlığın devamında adeta yeni bir Havva, kurtardıkları çocuk Tim ise bir Adem gibi dünyaya adımlarını atıyorlar. Sonrası ise daha öncede dediğim gibi bizlerin hayal gücüne kalıyor. Gördükleri kutup ayısı onları adım atamadan öldürmüşte olabilir, doğurdukları çocuklarla yeni bir yaşamın başlangıcını da sağlamış olabilirler.
Son Söz
Film, renk paleti, çekimi, aksiyonu ve oyunculuğu ile alıp götürürken ortaya koyduğu nüktedanlık, kullanılan imgeler ve ardında sakladığı metinle kült yapımlar arasındaki yerini aldı. Nitekim en çok kullanılan dijital içerik platformu Netflix tarafından dizi olarak 25 Mayıs 2020 tarihinde yeniden ekranlara dönüyor.
Filmin en sevdiğim yönü direkt olarak konuya girmesi. Bizlere kişileri tanıtmakla zaman harcamıyor. Olayların akışı içerisinde tanımamıza fırsat veriyor. Bu nedenle herhangi bir karakter ile bağ kuramadan savaşın içine giriyor ve sonuca kavuşuyoruz. Genel kanı finalinin filmin geri kalanı kadar iyi olmadığı ve klişeden kopamadığı yönünde. Bende izlerken aynı şeyleri düşünmekle beraber döngünün kırılması gerektiğini desteklediğim için finaline itiraz edemiyorum.
Yapılan tren yolculuğu üç kıtada durmadan dönen bir yolu içeriyor. Yolculuğun bu sonsuz döngüsü benim zihnimde hikayedeki insanların kaderleriyle aynı anlama çıkıyor. Hem filmde hem de gerçek hayatta insanlar hep bir döngü içindeler. Şiddet döngüsü hiç bitmiyor. Daha fazlası olma hırsı azalmıyor. İnsanlarda bu tren gibi hep başladıkları yere geri dönüp yeniden aynı yolculuğa çıkıyor.
Son olarak ayakkabının başa takılabildiğini de gördüğümüzü belirtmeliyim!