Written by 17:54 Kültür ve Sanat

Aga – Beyaz Çölde Bir Yaşam Savaşı

TRT 2 farklı filmler izlemek isteyenler için güzel bir adres. Son günlerde izleyiciye sunduğu filmlerden biri de Aga filmi. Ülkemizde ilk olarak Boğaziçi Film Festivali kapsamında gösterilen film Yakutistan’ın buz çöllerinde yaşayan bir çiftin yaşam mücadelesini anlatıyor.

Filmin Konusu

Nanook ve Sedna, kuzeyin karlı topraklarında, modern yaşama uzak ve geleneklerine bağlı şekilde yaşayan bir çifttir. Aga ise nedeni belirsiz olan bir küskünlükle onlardan koparak şehirde yaşayıp çalışan kızlarıdır. Çetin şartlara karşı mücadele ederlerken doğanın da değişime uğraması ile avlanmak da gitgide zorlaşmaya başlamaktadır. Şehirden onların ziyaretine gelen Chena ise kızları ile olan tek bağıdır.

Dikkat: Yazının bu noktadan sonrası filme dair detaylı bilgi içermektedir!

Aga Filmi Neler Sunuyor?

Aga filmi, kullanılan çerçeveler ile izleyicisini sanki bembeyaz bir tuval içerisine alıyor. Filmin yönetmeni Milko Lazarov, insanın doğanın içerisinde sahip olduğu küçücük konumu kullandığı geniş açılarla anlatırken kamerayı ise hiç hareket ettirmiyor. Nanook ya da Sedna kadrajdan çıkıp gitseler dahi kamera sabit kalmaya devam ederek o durağan hayatı anlatan bir dil oluşturuyor.

Filmin oyuncu kadrosu kısıtlı olduğu için çok fazla diyalog kullanımı ile karşılaşmıyoruz. Modern dünyanın dışında kalmayı tercih eden çiftin hareketleri bize her şeyi olması gerektiği gibi anlatmaya yetiyor. Nanook balık avlamak için buzu delerken, avlanabilmek için de eski tuzaklar kuruyor. Karla kaplı düzlükler içerisinde kurdukları yurtta yaşayan bu çifti izlerken, film içerisinde herhangi bir yer ya da zaman belirtilmediği için zamanın dışında bir hikaye gibi görünse de modern dünyanın varlığını uçakların ve helikopterlerin geçişlerinden ve Chena’nın kullandığı kar motoru ile anlıyoruz.

Nanook ve Sedna

Nanook ve Sedna

Nanook ve Sedna’nın aralarında yaptıkları sohbetler genellikle havanın durumu, hayvanların hareketleri üzerine olur. Artık olmayan ren geyiklerinden bahsederler. Bu diyaloglar biz izleyicilere şunu demeye çalışmaktadır. Doğa değişiyor. Buzlar daha çabuk çözünüyor. Hayvanlar gitgide azalıyor. İnsan arka planda doğaya hasar vermeye devam ediyor. Bu son tahlili ise Nanook’un Chena’nın kar motorunun buzun üstüne yaptığı yağ sızıntısına olan bakışı ile çok rahatlıkla yapabiliyoruz.

Filmin sahip olduğu az diyalog içerisinde iki hikaye çok vurucudur. Biri Nanook’un Ren geyiği hikayesi. Chena geldiğinde, küçükken ona ve Aga’ya anlattığı hikayelerden biri. Tam metnini şu an yazamıyor olsam da şu kısmını paylaşmak isterim. “Avcı avlanmak için çıktığında parlayan bir ren geyiği görür. Onu vuracakken geyik konuşur. Avcıya dünyanın zenginliğini vereceğini söyler ve değerli taşlar vadeder. Avcı, kendisinin bir avcı olduğunu ve avlanmak için hayvana ihtiyacı olduğunu söyler. Geyik ayaklarıyla yere vurur ve gökten kar yağmaya başlar. Yere düşen her kar tanesi ayıya, kurda ve tavşana dönüşür.” Bu hikaye şu açıdan da önemlidir; Sedna, Iniut(eskimo) deniz tanrıçalarından biridir. Onun hikayesinde de kesilen parmakları foklara ve balıklara dönüşür.

Diğer hikaye ise fragmanda Sedna’nın sesinden dinlediğimiz rüyasıdır. Bu hikayede ise kadın buz üzerinde bir bebek görüyor, bu bebek kutup ayısına dönüşüyor daha sonrasında ise genç bir erkeğe dönüşerek onu bir çukura götürüyor. Dünyanın bütün yıldızları onu o çukurda bekliyor. Bu rüya Nanook’u harekete geçiren etki oluyor.

Sedna, gizemli hastalığı nedeniyle öldüğünde Nanook film boyunca yanından ayırmadığı köpeğini de arkada bırakarak yaşadığı bu ortamdan ayrılıyor. Kızı Aga’yı bulmak için çalıştığı elmas madenine doğru uzun bir yola çıkıyor. Bu yolculuk ona tamamen yabancı olan modern dünyayı gözlemlemesine de yarıyor. Film boyunca Nanook bulduğu ölü hayvanları bir ritüel ile gömüyor. Yaşadığı bu yolculukta ise bir geyiğe çarpan kamyon şöförü yaşamına son verdiği bu canlıya saygı duymak bir yana onu hemen kamyonuna yüklüyor. Bu sahne ile de yönetmen modern dünyada yaşayan modern insanın sahip olduğu araçlarla doğaya verdiği tahribatı bir sembol olarak karşımıza çıkarıyor.

Uzun yolculuğu sonunda kızı Aga’yı bulan Nanook, babasını yalnız görmesiyle annesinin ölümünü anlıyor ve kamera yine geniş açıya çıktığında elmas madeninin kocaman bir çukur içinde olduğunu görüyoruz.

Son Söz

Filmi izlerken sinema tarihi için önemli olan belgesel filmlerden birini anımsamıştım. Nitekim belli bir süre sonra yaşlı adamın isminin Nanook olmasıyla düşüncem de perçinlenmiş oldu. 1922 yapımı Nanook of the North belgeseli de kuzeyli bir aileyi anlatıyordu. Aga filmi de sabit kameraları, durgun atmosferi ile bir belgesel havası taşıyor.

Nanook’un ren geyiği hikayesinin eşi Sedna’nın, Inuit mitolojisindeki hikayesine benzerken, Sedna’nın rüyası ise filmin sonuna ışık tutmaktadır. Doğu Kanada Iniutçesinde Nanuk kelimesinin kutup ayısı anlamına geldiğini öğrendiğimde daha da anlam kazanan sahnede Nanook ve kızı Aga’nın bulunduğu elmas madeni, çok derin bir çukurun içinde yer almaktadır.

Durağan anlatımı ile sabırlı bir izleyici kitlesine kendini izletebilecek film, metaforik anlatımı ve görselliğiyle bu türü sevenleri memnun edecektir.

Bütün yazılara buradan ulaşabilirsiniz!

Visited 23 times, 1 visit(s) today
Close Search Window
Close