Dünya sağlık örgütü verilerine göre dünya çapında her yıl 55 milyon insan kuraklıktan etkileniyor, su kıtlığı dünya nüfusunun yüzde 40’ına tesir ediyor. Birleşmiş Milletler’e göre küresel ekonomi 2050’ye kadar yaklaşık 23 trilyon dolar zarar edecek. Çölleşme ve kuraklık nedeniyle tarımda her yıl 42 milyar dolar kayboluyor…
Mustafa Orhun Çetin – Arzu Kurum
Mert Karslıoğlu 2017’de Bahçeşehir Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü’nde lisans eğitimini tamamladığında iş aramakla vakit kaybetmedi. Zira bugün 27 yaşında olan Karslıoğlu 2016’da sosyal etki (Social Impact) şirketi olan ‘ecording’i kurmuş, iklim değişikliği ile mücadeye başlamıştı bile. Karslıoğlu’nun fikri tam bir ‘sosyal etki’ örneği… ecoDrone adını verdiği droneların üzerinde geliştirdiği mekanizma ile insanların ulaşamayacağı bölgelere ağaç tohumu ekiyor. “İklim değişikliğini önlemek için dünyanın 12 trilyon ağaca ihtiyacı var” diyor Karslıoğlu ve ekliyor “Geleneksel yöntemlerle bu sayıya ulaşmak imkansız. Bu nedenle teknolojiyi işin içine soktuk ve sistemimizi geliştirdik.” Sosyal etki girişimi olmasının tek sebebi iklim değişikliğiyle mücadele etmek değil elbette… Proje büyük perakende gruplarıyla kurduğu ortaklık sayesinde finansman sağlıyor. Yapılan her alışverişten küçük bir dilim ecodrone’a geliyor ve faaliyetlerini finanse ediyor. ecodrone bugüne kadar pek çok büyük perakende şirketinin yanı sıra yerel yönetimler ve üniversitelerle birlikte projelerde de yer alıyor…
27 yaşında, bilgisayar mühendisi olacak bir gencin iklim değişikliği üzerine bir proje geliştirmek için kolları sıvaması aslında dünyadaki zihniyet değişiminin de önemli bir göstergesi. İklim değişikliği hem şimdiki hayatımızı hem çocuklarımızın geleceğini hem de dünyada yaşama hakkı olan pek çok canlı ekosistemi tehdit ediyor. İklim değişikliğinin pek çok etkisi var… Özellikle sayılarında artış olan doğal felaketler artık beyaz perdeden çıktı ve günlük hayatımıza girdi bile. Ancak pek filmi yapılmasa da tüm canlıların hayatına direkt etki eden ‘kuraklık’ artık tehlike çanlarını çalmaya başladı. Üstelik kuraklık sadece ‘sıkıntı’ ya da ‘suya erişememe’ noktasını çoktan geçmiş küresel ekonomiyi derinden etkileyen bir forma büründü bile. Kuraklığın ekonomiye pek çok yönden etkisi bulunuyor. En ağır sonuçlar tarım alanında elbette. Üstelik kuraklık nedeniyle yaşanan verimlilik kayıplarının yanında bir de yanlış sulama teknikleri nedeniyle kaybolan milyonlarca metreküp su da cabası… Birleşmiş Milletler’in araştırmalarına göre kuraklık sadece tarım alanında her yıl dünya ekonomisine 42 milyar dolar zarar veriyor. 2050’ye kadar küresel ekonominin toplam zararı ise 23 trilyon dolar olacak.
Kuraklığın ekonomik etkisine Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. M. Levent Kurnaz’ın çarpıcı cümleleriyle bir vurgu daha yapalım: “Bu yüzyılın sonuna kadar deniz seviyesinin yaklaşık olarak 2 metre yükselmesi bekleniyor. Deniz seviyesinin 2 metre yükselmesinin de ekonomik bedeli 5 katrilyon dolar. Dünya ekonomisi senede 80-100 trilyon dolar olduğuna göre yaklaşık 50 senelik ekonomik büyüklüğü bu yüzyılın sonunda toptan kaybediyor olacağız.” Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin Sürdürülebilirlik Danışmanı Jeffrey Sachs tarafından oluşturulan Sürdürülebilirlik Çözümleri Ağı’nın Türkiye eş-başkanlığı görevinde de bulunan Kurnaz “Ayrı bir dünyada yaşıyor olacağız. Bugünkü ekonominin kullandığı sistemlerin hiçbiri bundan 100 ya da 80 sene sonra kullanılmayacak” öngörüsünde bulunuyor.
WWF (Dünya Doğayı Koruma Vakfı) Küresel Tatlısu Programı Başkanı Stuart Orr ise suyun korunması ve doğru kullanılması için gerekli olan yatırımla ilgili şu ifadeleri kullanıyor; “Su altyapısı için küresel finansman ihtiyacının 2030’a kadar 6,7 trilyon doları ile 2050’ye kadar 22,6 trilyon dolar arasında olduğu tahmin ediliyor.”
RAKAMLAR KORKUTUYOR
Dünya Meteoroloji Örgütü’ne göre 2015’ten beri en sıcak altı yıl nedeniyle 2011-2020 arasındaki dönem en sıcak 10 yıllık periyod olarak kayıtlara geçti. Okyanus sıcaklıkları ise rekor seviyelerde. Covid-19 nedeniyle uygulanan karantina dönemlerinde doğanın kendine geldiği konuşuldu ancak atmosferdeki sera gazı konsantrasyonu da artmaya devam etti. 2020’de özellikle Güney Amerika’nın iç kesimlerinde kuraklık güçlü bir şekilde hissedildi. Yalnızca Brezilya’daki tarımsal kayıplar 3 milyar dolara yakın zarara neden oldu.
Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün (FAO) açıkladığı son verilere göre, 2019’da yaklaşık 690 milyon insan -dünya nüfusunun yüzde 9’u- yetersiz beslendi ve yaklaşık 750 milyon insan ciddi düzeyde gıda güvencesizliği yaşadı. 55 ülkede kriz, acil durum ve kıtlık koşulları altındaki insan sayısı ise 135 milyona yükseldi. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre dünya çapında her yıl 55 milyon insan kuraklıktan etkileniyor, su kıtlığı dünya nüfusunun yüzde 40’ına tesir ediyor ve 2030 sonuna kadar kuraklık nedeniyle 700 milyon insanın zorunlu göç edeceği tahmin ediliyor. 2050’ye kadar ise her dört insandan birinin artan su sıkıntısından etkilenmesi bekleniyor.
TÜRKİYE DE ISINIYOR
Türkiye’de de durum pek parlak değil, kuraklıkta son yıllarda artış gözleniyor. Ocak 2021’de hazırlanan Ekim-Aralık 2020 Meteorolojik Kuraklık Haritası verilerine bakıldığında önceki üç aylık döneme (Ağustos-Ekim) göre ülke çapında kurak alanların gözle görülür bir şekilde arttığı görülüyor. Sıcaklıkların mevsim normallerinin üzerinde seyrettiği geçtiğimiz bu üç aylık dönemde son 50 yılın en yüksek sıcaklığına sahip bir ekim ayı yaşadık. Türkiye’de ekim ayı ortalama sıcaklık değeri 15,2’den 18,4’e yükseldi. Artan sıcaklıklar, arazilerin yanlış kullanımı, sulama sistemleri ve endüstrinin su tüketiminin de fazla olması nedeniyle su kıtlığı yaşanmaya başladı. WWF Türkiye’nin yayınladığı Türkiye’nin Yarınları Projesi Sonuç Raporu’na göre ise sıcaklık artışı 2030’lu yılların sonuna dek sınırlı kalsa da sonrasında artış gösterecek. Ayrıca kış yağışlarında Türkiye’nin genelinde azalma görülürken bir tek Kuzey Anadolu’nun doğusunda yağışlarda artış görülecek.
ÇÖZÜM İÇİN KOLLAR SIVANDI
Kuraklığın etkileri üzerine STK’ların, uluslararası kuruluşların ve üniversitelerin pek çok araştırma yapıldı, yapılıyor. Çözüm için elbette önce doğru tesitler yapılması gerekiyor. Kuraklığın en önemli sebebi karbon salınımı ve buna bağlı olarak sera gazlarındaki artış. Birleşmiş Milletlerin hazırladığı ve 1997’de 160 ülke tarafından imzalanan ancak 2005’te yürürlüğe giren sera gazlarının sınırlandırılmasına yönelik Kyoto Protokolü ve 2015’te 175 ülke tarafından imzalanan Paris İklim Antlaşması küresel çaptaki en önemli girişimler. Ayrıca Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı UNDP’nin belirlediği 17 Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları (SKA) arasında bulunan ‘temiz su ve sanitasyon’ başlığını taşıyan 6’ıncı madde de kuraklık ile doğrudan ilgili. SKA’lar arasındaki 7’inci madde olan ‘Erişilebilir ve Temiz Enerji’, 9’uncu madde ‘Sanayi, Yenilikçilik ve Altyapı’, 11’inci madde ‘Sürdürülebilir Şehirler ve Topluluklar’, 12’inci madde ‘Sorumlu Üretim ve Tüketim, 13’üncü madde ‘İklim ve Eylemi’ ve 14’üncü madde ‘Sudaki Yaşam’ konuları da endirekt olarak kuraklık ile ilgili alınması gereken önlemleri içinde barındırıyor.
Birleşmiş Milletler bünyesindeki SKA’ların en önemli etkisi toplumda giderek farkındalığı artan sürdürülebilirlik konusunda şirketlerin hassasiyetini artırması. Sürdürülebilirlik raporları sayesinde şirketlerin çevreye verdiği zararlar hem ölçülebiliyor hem de çevre konusunda önemli adımlar atan şirketler yaptıkları çalışmaları raporlayabiliyor. Bu konu önemli zira çevre konusundaki hassasiyetler özellikle yeni kuşaklarda tüketim alışkanlıklarını etkiliyor.
TÜRKİYE’DE STK’LAR DEVREDE
Resmi kurumların yanı sıra sivil toplum kuruluşları da bu konuda önemli çalışmalar yapıyor. Carbon Disclosure Project (CDP) bunlardan biri. Kar amacı gütmeyen Londra merkezli uluslararası bir kuruluş olan CDP, halka açık şirketlerin doğal kaynakları ve doğal sermayeyi nasıl kullanıldıklarını, faaliyetleriyle sınırlı kaynakların yeniden üretimini nasıl etkilediklerini ve bu alandaki risklerini nasıl yönettiklerini yatırımcılara raporlamalarına aracılık ediyor. CDP, şirket raporlarını karşılaştırılabilir hale getiriyor ve ilgi alanındaki uluslararası raporlama standartlarını geliştirmeyi hedefliyor. CDP 2010’dan beri Türkiye’de Sabancı Üniversitesi Kurumsal Yönetim Forumu ile işbirliği yaparak Türkiye raporlarını yayınlıyor. Ayrıca CDP Türkiye Su Programı ismini verdiği Türkiye’deki şirketlerin su kullanımını ve su kaynakları üzerindeki etkilerini şeffaf bir şekilde açıklayacakları bir platform oluşturmuş durumda.
Su havzalarında insanların, şirketlerin ve doğanın yararına gerçek bir değişim sağlamak için kamu ve özel fonların bir karışımını kullanmak etkili bir yaklaşım olarak ortaya çıkıyor. Bu konuda 500 milyon euronun üzerinde özel fonları projelere dönüştürmek için 160 milyon euroluk kamu fonu ayırarak dönüşümü desteleyen yenilikçi Hollanda İklim ve Kalkınma Fonu da (DFCD) iyi bir örnek.
Kuraklık konusunda dünya çapında önemli çalışmalar yapan bir diğer kuruluş da WWF. Su riski ile ilgili çalışmalar yapan WWF-Türkiye Genel Müdürü Aslı Pasinli, su kullanımı dağılımında tarım sektörünün yüzde 73 ile en çok orana sahip olduğunu söylüyor. Bu seviyede bir su kullanımı, verimli olarak kullanılıyor olsa Türkiye için büyük bir avantaj olabilirdi. Ancak Pasinli, sulama için kullanılan suyun yüzde 97’sinde ‘yüzeysel sulama yöntemi’ kullanıldığını dile getiriyor. Bu yöntem nedeniyle su tarlaya dahi ulaşamadan buharlaşma ve sızıntılarla kayıp veriyor. Bu alanda yapılacak yatırımlarla ve taşıma sistemleri ile kaybın önüne geçilmesi ve damla sulama sistemleri, teraslama ve topraksız tarım gibi yöntemler ile daha çok su tasarrufu sağlanabilir ve verimlilik artırılabilir. Pasinli, “Damla sulama sistemi ile ortalama su tasarrufu sağlanabileceği dikkate alınarak, tarımsal sulamada tamamen bu sisteme geçilmesi durumunda yıllık 16 milyar metreküp su tasarrufu etmek mümkün. Bu da, ülkemizin nüfusu 80 milyon alındığında üç yıllık evsel su ihtiyacına denk geliyor” diyor.
TEMİZ ÜRETİMİN GETİRİSİ ÇOK
Son dönemde yağışlar artsa dahi büyük şehirlerimizde yakın gelecekte su sıkıntısı çekme ihtimali henüz ortadan kalkmış değil. WWF Türkiye’nin verilerine göre son 50 yılda Türkiye’deki sulak alanların yarısı miktar ve kalite bakımından sağlıklı yapısını kaybetti. Risk sadece yüzey sularıyla sınırlı değil. Yer altı suları da etkileniyor. WWF’ye göre İstanbul, Ankara, İzmir, Gaziantep, Diyarbakır, Bursa, Mersin, Konya, Adana ve Antalya gibi şehirler su riski yüksek kentler.
WWF’nin tekstil sektörü ile ilgili verdiği bilgiler de önemli. Bir ton tekstil ürünü üretmek için dünyada 95 ila 400 metreküp su kullanılırken, Türkiye’de 20 ila 230 metreküp arasında su kullanılıyor. Firmalar, gerekli yatırımları yaparak temiz üretim modeline geçtiklerinde başlangıçta maddi bir zarar gibi görünen yatırımları zamanla verimliliği artırarak ekonomik anlamda da yarar sağlıyor. Aslı Pasinli “Tekstil sektörüne yönelik yaptığımız fizibilite çalışmalarında, yatırımın firmanın büyüklüğüne ve yatırımın çeşidine bağlı olarak değişkenlik göstermekle birlikte altı ay ila iki yıl arasında kendini geri ödediğini tespit ettik” diyor.
YEŞİL MUTABAKAT ETKİSİ
Pasinli’nin değerlendirmesine Avrupa Birliği’nin 2050’ye kadar ‘sıfır emisyon’ hedeflediği ve adını Yeşil Mutabakat (Green Deal) koyduğu programını da eklemek gerekiyor. Özetle birinci ihracat pazarımız olan AB’ye ürün satabilmek için karbon salınımından temiz su kullanımına kadar üreticilerin pek çok konuda yeni standartlara göre üretim yapması gerekiyor. Bu önemli bir gelişme zira üreticiler satış yapabilmek için artık karbon salınımı ve su kaynaklarının sürdürülebilir şekilde kullanımı için ekstra çaba harcayacak. 2020’de AB’ye 88 milyar dolarlık ihracatımız olduğu düşünülürse Yeşil Mutabakat’ın etkisinin ne kadar büyük olacağını daha iyi değerlendirebiliriz. Kuraklık sadece insanların değil dünya üzerindeki tüm canlıların ortak sorunu. Her ne kadar şimdiye kadar bu sorun göz ardı edilse de artık hem devletler hem de toplumlar bazında harekete geçilmiş durumda. Dünya ekonomisinin motoru ‘tüketim’ sürdürülebilirlik kapsamında yeni parametreler geliştiriyor. Daha az, daha temiz, daha ‘sürdürülebilir’ ürünler özellikle genç tüketiciler tarafından tercih ediliyor. 2030 dünya için önemli bir tarih çünkü kalan dokuz yılda küresel ısınmadan karbon salınımına, kuraklıktan daha iyi yaşama kadar pek çok alanda tüm insanlığın göstereceği performans geleceğimizi belirleyecek. Önemli bir avantajımız kuraklık konusunda olduğu gibi pek çok alanda sürdürülebilirlik ilkelerine uyum sağlayan şirketlerin maliyetlerini kısa zamanda telafi edebilmesi ve hatta ‘sürdürülebilirlik’ temasını markasıyla özdeşleştirerek daha fazla para kazanmasına olanak sağlaması.
Mart 2021’de Inbusiness dergisinde yayınlanmıştır. Dergi kapsamında yayınlanan diğer içerikler için bu linki ziyaret edebilirsiniz.